Bende ne heyecan, ne heyecan.
Geçen anlatmıştım, hani kız bulup evlenecektim de, mahalledeki taksici Haluk Ağabeyin kızını bulmuştuk.
.
Tanışacaktık, konuşacaktık, anlaşırsak kutsal evlilik yolunda adım atacaktık.
.
Ama bütün iş önce taksici Haluk ağabeyi buluşma için ikna etmekti.
Kızlarına oldukça düşkün olan Haluk ağabeyin bu işe nasıl izin vereceğini bilemiyordum.
.
Bu işi ayarlayan Hayrettin “Sen merak etme o iş bende” dedi.
.
Hayrettin akşamüzeri kahveye geldi ve yanıma gelip; “Rüstem sana bir iyi bir de kötü haberim var” dedi.
.
“İyi haberi ver önce…”
“Babası Haluk Ağabey, Rüstem’i tanırım dürüst, çalışkan çocuk. Madem öyle bir düşüncesi var kızım Gülay’ın, bizim hatun yanlarında olmak kaydıyla buluşsunlar, konuşsunlar, görüşsünler. Anlaşırlarsa Allah’ın emri ile gelip isterler. Ama kızım yeter ki tamam desin.” Dedi.
“Oooh iyi oldu bu desene. Peki kötü haberin ne?”
“Haluk Ağabey dedi ki, Rüstem, Gülay’ın ağabeyini de ikna etsin. Ben o işlere girmem dedi…”
“Niye öyle dedi ki?”
“Neden olacak, çocuk kabadayı takılıyor. Okumadığından geceleri taksiye o çıkıyor. Biraz bıçkın delikanlı yani…”
“İyi de ben ne yapacağım?”
“Onu çağırıp konuş. Durumu anlat, ikna et. Şimdiye kadar kardeşlerine bulaşan çok kişiyi epey hırpalamış da…”
“Bizi hırpalayacak adam daha anasından doğmadı ama ne de olsa kayınçomuz olacak iş olursa. O sebeple şimdiden dalaşmamak lazım. Alttan almak lazı. Peki ben ne diyeceğim çocuğa?”
“Al karşına, ‘Kardeşine talibim’ de.”
“Deneyelim bakalım ne olacak… “Çocuğun ismi ne?”
“Cahit…”
.
Ertesi günü haber yolladım Hayrettin ile “Cahit taksiyi bırakınca gelsin yanıma” diye.
Sabah kahvede beklerken geldi.
“Selamun aleyküm. Beni mi çağırdın birader!” dedi,
“Gel hele gel. Biraz konuşalım seninle” dedim.
“Ne konuşacakmışız söyle, konuya göre oturalım veya ayaktan konuşalım da ben gideyim. Zira bütün gece çalıştım uykum var” dedi.
Belli kabadayı ayaklarına iyice kaptırmış kendini. Yumurta topuk ayakkabısının topuklarına basmasından belliydi.
“Birazcık ters biri galiba” dedim içimden.
Bu adama nasıl diyecektim ki, “Ben senin kardeşini istiyorum” diye.
.
Oturttum karşıma, “Ne içersin?” diye sordum tersledi ben, “Buraya çay içmeye çağırmadın sanırım. Eğer öyleyse fena bozulurum” dedi.
“Yok birader, önemli bir iş için çağırdım.”
“Beni tanımazsın, etmezsin. Ne önemli bir işin olabilir ki benimle?”
“Dur hele sakin ol. Zaten hayırlı bir iş bu…”
Ben bu kelimeyi der demez kalktı ayağa, “Ben bilirim bu hayırlı işleri! Yoksa sen benim kız kardeşlerime mi asılıyorsun ulan!” diyerek oturduğu sandalyeyi tuttu kaldırdı, tutmasam vuracak belli.
“Dur birader, hele bir dinle! Sakin ol!” diye olanca sesimle gürleyince azıcık kendine geldi.
“Söyle madem, ne var?”
“Bak birader ben Allah’ın emri ile kutsal olan bir evlilik müessesesi kurmak istiyorum. Senin de kız kardeşin Gülay…” der demez sandalyeyi elimden kurtardı ve ben refleksle başıma gelmesin diyerek arkamı dönünce sırtıma bir tane patlattı.
Can havliyle arkamı döndüm ve sandalyeyi tutup aldım elinden.
O da biraz iriydi ama benim yanımda küçük kalıyordu tabi, hemen tuttum yakasından ve duvara yaslayıp yukarı doğru kaldırdım, ayakları yerden kesildi.
O sıra belindeki bıçağı çekmeye çalıştı ama gırtlağını sıkınca pek yapamadı ve “Bırak beni ayı oğlu ayı!” diye bağırdı.
Uzun zamandan beri bana kimse “Ayı” dememişti. Ona kızmadım ama, Ayı oğlu deyince nevrim döndü Cahit’i o hırsla karşı duvara savurdum.
Çok kötü çarpmıştı duvara.
Zorla kalktı, üzerini silkeledi.
Bana doğru bakarak, “Uzun zamandan beri bana kimse böyle vurmamıştı. Helal olsun sana…” dedi ve geçti bir masaya oturdu. “İki kahve yap bize ve gel şuraya otur anlat bakalım derdin nedir?” dedi.
.
Durumun sadece fikir aşamasında olduğunu, babasından olur aldığımızı ancak kendisine sormadan da bu işe kalkmayacağımızı anlattım.
Yüzüme baktı, “Helal olsun kıyak adammışsın. Raconu biliyorsun demek. Madem bana soruyorsun, benden de okey sana. Senin gibi eniştem olsun isterim ama önce Gülay’a bir sorayım. Görüşmek isterse ne ala, istemezse bu iş sonsuza kadar kapanır bilgin olsun” dedi.
.
Aradan iki gün geçti.
Ben meraktan çatlıyorum.
“Kız acaba ne diyecek? Kabul edecek mi?” diye dört dolanıyorum heyecandan.
Annem de durumu merak ediyor sürekli aban soruyor “Ne oldu?” diye.
.
Nihayetinde Hayrettin geldi kahveye.
“Rüstem müjdemi ver, yarın saat ikide Jale ablanın kafede buluşacaksın. Annesi de gelecek, hazırlan…”
.
Birden kalbim gürültülerle atmaya başladı.
Heyecandan bayılacaktım neredeyse.
Hayrettin halimden anladı, “Su getireyim sana” dedi.
.
Ertesi günü sabahtan duş alarak hazırlanmaya başladım.
Berbere gittim.
Annemim akşamdan ütülediği takım elbiseyi giydim. Hoş bu sıcakta nasıl olacaktı bilmem ama adet böyleymiş.
.
Saçlara jöle sürdü berber, sinekkaydı bir tıraş yaptı. Üzerimi de fırçayla şöyle bir temizledi, “Damat gibi oldun Rüstem” dedi, bahşişi aldı köftehor.
.
Buluşma saati geldi çattı.
Ben kendimi Jale ablanın kafeye doğru yürürken buldum.
Erken gidiyordum ki, hem yer tutacaktım, hem de onları karşılayacaktım.
Kızı görmüşlüğüm yok, sadece resmini görmüştüm.
İnşallah tanırım…
YİNE ZAM
Haberler hemen yayıldı.
“Köprüye zam gelmiş.”
Bu üçüncü zammış.
.
1915Çanakkale Köprüsü’nün yapım sözleşmesinde geçiş ücretinin 15 Euro + KDV olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bakan kendisi söylemişti.
“40 bin Araç Geçiş Garantisi” verilen köprüden, bu sayıdan az geçiş olduğu takdirde Devlet kasasından bu eksiği tamamlayacaktı.
.
Geçiş ücretini ise Devlet belirleyecek aradaki fark olursa yine devlet kasasından tamamlayacaktı.
.
Ama tüm hesaplar 40 bin geçiş ile 15 euro + KDV olarak yapılacaktı.
.
Son gelen zamla köprüden geçiş ücreti 585 lira oldu.
.
Şimdiki kurdan bir hesap yaparsak, köprünün yapım sözleşmesindeki gerçek geçiş ücretini 655 lira olarak buluruz.
.
Yani zamlı tarife ile gerçek değeri arasında 70 lira fark var.
Bu farkı Devlet kasasından ödüyor.
.
Yani köprüden geçen vatandaş aslında 70 lira az ödeme yapıyor.
Peki sonra ne oluyor?
Köprüden pahalı diye geçilmiyor, feribot kuyrukları oluşuyor.
.
Yahu devlet sizin için cebinden 70 lira ödeyecek siz hala niye geçmiyorsunuz.
.
Tabi bu arada günde 40 bin araç geçmediğinden köprüyü yapan firmaya ödenen paranın haddi hesabı yok.
Bütçede büyük bir delik açan bu ödemenin yapılabilmesi için bütçeye para girişinin yapılması lazım.
Bu para nereden girecek?
Tabi ki zamlarla.
.
Hani “Köprü yaptık!” diye meydanlarda nutuk atanlar var ya!
İşte onlar sayesinde köprüden geçemiyoruz.
Tabi GESTAŞ durur mu?
O da zam yapacak.
Adama “Sen yapma!” diyemezsin ki.
Cevap olarak, “Senin zam yapma sebebin ne ise, benim sebebim de o…” diyecek haklı olarak.
.
Geçişler zamlanınca, nakliye zamlanacak.
Nakliye zamlanınca mallar zamlanacak.
Mallar zamlanınca biz emeklilerin cebindeki para uçacak.
Ondan sonra sadece kendimizin duyacağı bir şekilde bağıracağız;
“Emekliye zam…” diye.
.
Hani fıkra vardır ya;
“Padişahlardan biri, yeni vergiler koyduğunda ya da mevcut vergileri artırdığında, sadrazama; “Git bakalım, halkın arasında bir dolaş. Vergilere alışmışlar mı?” dermiş. Sadrazam da, halkın arasında dolaştıktan sona padişaha; “Padişahım, halkın suratı biraz asık, canı da sıkılmış durumda ama işlerine devam ediyorlar...” dediğinde padişah da şu şekilde yorum yaparmış.
“Tamam, demek ki sorun yok. Alışırlar alışırlar...”
Bir süre sonra yine vergiler artırıldığında, Padişahın talimatı üzerine sadrazam halkın arasında dolaşır ve izlenimlerini aktarırmış;
“Padişahım, bu kez suratları çok asık. Merhaba desen, yüzüne dik dik bakıyorlar. Sonraki her an kavga edecek gibiler. Suratlarından düşen bin parça. Galiba bu kez vergileri çok artırdık.” Deyince Padişah; “Yok yok. Merak etme sen. Önemli bir şey gözükmüyor. Alışırlar, alışırlar...” dermiş.
Bu böyle devam etmiş gitmiş.
Günlerden bir gün, yine yeni vergiler getirildiğinde, sadrazam halkın arasına karışmış, dolaşıp geldiğinde şaşkın bir vaziyetteymiş. Hemen Padişaha koşmuş: “Padişahım hiç sormayın. Bu kez kafam karmakarışık. Çünkü hiçbir şey anlamadım. Herkes çok neşeli, gülüyor hatta sokaklarda dans ediyorlar, oynuyorlar...”
“Aman” demiş padişah, “Eğer halk dans etmeye ve oynamaya başladıysa, demek ki durum çok kötü. Hiçbir şeyi umursamıyorlar demektir. Galiba vergileri çok artırdık. Hemen vergileri indirelim. Yoksa perişan oluruz...”
.
“Festivallerde, Konserlerde, Kültüryolu’nda filan devlet cebinden para harcatarak göbek atıp oynuyoruz aslında da gören duyan yok.
Kendisine pay çıkaran yok…