Türkiye tarihinin en büyük depremlerinden birini yaşamıştı.

O dönemde Kandilli Rasathanesi müdürü Rahmetli Prof.Dr. Ahmet Mete Işıkara, Gölcük Depreminden sonra katıldığı çok sayıdaki programlardan birinde deprem gerçeğiyle yaşamak zorundayız, çünkü aktif deprem faylarının üzerinde yaşıyoruz demişti.

Bir yıl önce Türkiye daha büyük iki depremle sarsıldı. Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman illerimiz adeta yerle bir oldu. Gölcük ve Düzce depremlerinden hiç ders almadığımız ayan beyan ortaya çıktı.

Gölcük depreminden önce, Kanadalı bir bilim adamı Çanakkale merkezli büyük bir depremin olacağı şeklinde tahminde bulunmuş, bir hafta on gün kadar evlere girmeye çekinmiştik. Gölcük depreminin olduğu gece, 17 Ağustosta meydana gelen sarsıntıda da hazırlıklı olunmasına rağmen yine gelişigüzel hareketlerle deprem geçiştirilmişti. Hala orta şiddette olan depremlerde balkondan, pencereden atlayanlar oluyor.

Deprem gerçeğiyle yaşamak zorunda olan Anadolu insanı, orta şiddette meydana gelen depremlere pek aldırmamakta, ancak şiddetli sayılabilecek depremlerde ciddi zayiatlar vermektedir. Deprem riskleri Japonya kadar yüksek değildir. Ancak şu yakın geçmişte meydana gelen depremlerde yüz binlerce can verdik. Neden? Kamu binaları başta olmak üzere insanın yaşadığı bütün yapılarda depreme dayanıklılık yönünden ciddi sorunlar var. Kim yapmış? İnsanımız yapmış. Burada suçlu aramaya çok gerek yok. Kamusal anlamda ne kadar sıkı tedbirler alınsa da insanımız bildiğini okuduğu sürece sorunlar yaşanmaya, kayıplar verilmeye devam edilecek.

Çanakkale deprem yönünden riskli bölgeler içinde yer almaktadır. Yakın çevresinde geçmişte Yenice başta olmak üzere büyük depremler yaşamış bir ildir. Kaldı ki Kuzey Anadolu fay hattı kuş uçuşu 40 km mesafede yer almaktadır. Bu anlamda düşünüldüğünde bütün binaların depreme dayanıklılıklarının tespit edilmesi gerekmektedir. Binaların dayanıklı olup olmadığını anlamak artık zor değildir. Ancak dayanıklı binaların diğerlerinden bir farkının olması gerekir. Eğer değer itibariyle insanımız fark oluşturamıyorsa, depreme dayanıklı bina üretmenin bir anlamı olmayacağı gibi, yapılacak artı masrafların da bir değeri olmayacaktır. Dolayısıyla deprem gerçeğinden uzakta yaşamaya devam eden insanımız, günü kurtaran, yarını düşünmeyen uygulamalarına devam edecektir.

Japonya’da meydana gelen depremleri bazen televizyondan izliyoruz. Memurlar masalarının üzerindeki evrakları ve malzemeleri düşmesin diye kucaklamaya çalışıyorlar. Başka bir düşünceleri olmuyor. Binanın yıkılma tehlikesi yok çünkü. Kaydedilen en şiddetli depreme göre yapılmış.

Ha bu sene ha gelecek sene. Ha bugün, ha yarın. Falcıların dediği gibi üç vakte kadar. Riski yaşamak mı doğru? Yoksa Allah büyük deyip, yap dediğini yapmamak mı?