Haberlerde şöyle bir geziniyorum, bir tanesi oldukça ilginç geldi bana. Haber şöyle;

“Dünyanın önde gelen yatırımcı firmaları 28 Eylül’de Türkiye’de buluşacak.”

.

Bu ne demek?

Ülkenin uçması demek.

Yatırım demek.

İstihdam demek.

Döviz girişi demek.

Kısaca;

Ekonominin rayına girmesi demek.

Enflasyonun düşmesi demek.

Paramızın değerinin yükselmesi demek.

Bizim maaşların muhasır medeniyetler seviyesine çıkması demek.

Yaşanır bir hayata kavuşmamız demek.

.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, yapılacak toplantı için şunları demiş;

“… vizyonumuzun bir sonucu olarak uluslararası firmaların ülkemize yatırım kararlarını açıkladıkları bir döneme girdik. Önümüzdeki dönemde de bu alanda yeni müjdelerin, yeni haberlerin gelmesini bekliyoruz…”

.

Durum şu;

Ortada bir vizyon var ve buna uygun davranacak yatırımcı bekleniyor.

Onlara yatırımlarında yardımcı olunacak,

Vergi konusunda, bürokrasi konusunda, işçi bulmada, enerji konusunda bir takım garantiler verilecek ki gelsinler.

Bunlar normal zaten.

Böylece yabancı yatırımcı koşa koşa gelecek ülkemize ve yatırım yaparak paralar kazanacak.

Her iki taraf da mutlu olacak.

Böylece her şey güzel olacak…

.

Ama madalyonun diğer tarafı da var.

Yatırım için gelecek olanlar ülkenin durumuna hiç bakmayacak mı?

Misal;

Çalışma hayatı nasıl?

Adalet kavramı işliyor mu, hak hukuk düzeni var mı?

Meclisi kavgasız, gürültüsüz mü çalışıyor?

Demokrasi, özgürlük noktasında dünyada kaçıncı?

Enflasyon nasıl?

Borsa nasıl?

Bütçesi, rezervleri, uygulamaları nasıl?

Bir gecede faiz düşürülüyor mu?

TUİK nasıl çalışıyor?

Bir gecede Merkez Bankası başkanı değişiyor mu?

Tek cümle ile başka ülkeye savaş açılabilir mi?

Diğer ülkelerle arası nasıl?

Huzur ortamı nasıl?

Sınır güvenliği nasıl?

Birlik, düzen nasıl?

İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanıyor mu?

Bir gecede sosyal medya kapatılır mı?

İnternet kesilir mi?

Yabancı firma olarak saldırıya uğranır mı?

Mallarımız protesto mahiyetinde yollarda yakılır mı?

İhracata kota konur mu?

Vergiler sabit kalır mı? Yoksa bir gecede yüzde 60 ilave yapılır mı?

Ve en önemlisi şirketine “El konur mu?”

.

Tüm bunları gözden geçiren bir yatırımcı ülkemize gelir mi?

.

Bu arada haberin altındaki diğer habere baktım, şuydu;

“Borsa güne düşüşle başladı

Borsa İstanbul’da BIST 100 endeksi, güne yüzde 0,16 düşüşle 10.038,19 puandan başladı.”

.

Demek ki neymiş?

Yani yabancı yatırımcılara el sallayarak “Haydi gelin!” demek için bazı gereklilikleri sağlamak lazımmış?

Yok öyle otuzbeşe beş köfte…

 

BU KUŞAK BİZİM UŞAK

Bu yeni gençlik beni öldürecek.

Artık “Z” kuşağı mı?

“Y” kuşağı mı? bilemem.

Alfabeyi saysanız benim için nafile.

.

“Bizim zamanımızda” diye başlayayım klasik anlatımlarda olduğu gibi.

Bizde “Dayak” vardı bir kere.

Annemin terliğinin acısı hala sırtımda duruyor.

Kadın haftada 1 terkil eskitirdi.

Pazardaki terlik satan adam bile şaşırmıştı; “Abla ne yapıyorsun bu kadar terliği alarak?” diye sormaktan kendisini alamıyordu.

.

Sanat Okulu hocamızın yanına gelen eski mezunları ellerinden öperek sarılıyor ve “Hocam keşke bizi daha fazla dövseydin!” diyerek ağlaşıyorlardı.

.

Dayak Cennetten çıkmadır, bu bilinir.

Dayaksız eğitim, dikensiz gül bahçesine benzer.

O da hiç güzel olmaz.

.

Şimdiki anneler, babalar çocuklara toz kondurmuyor.

“Aman çocuğum üzülmesin, aman çocuğum yorulmasın” gibi tavırlarla günün 24 saati peşlerinde dolaşıyor.

.

Bu konu ile ilgili Prof. Dr. Bengi Semerci şunları yazmış?

Yazı başlığını da şöyle atmış;

“Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirmeye Devam Edin”

32 yaşındaki oğlu için gelen anne şikâyet ediyor:

“Doğru dürüst okumadı ama okul bitti.

Şimdi de iş beğenmiyor.

Bulduğumuz işlere ‘Yorucu, bana yakışmaz, bu paraya çalışılır mı?’ gibi gerekçelerle gitmiyor.

Bütün gün evde.

‘Onu getir, bunu al’ şeklinde emirler veriyor.

Yapmak istemediğimizde ‘Beni doğurdunuz, yapmak zorundasınız, çocuğunuz değil miyim?’ diyor. Direnirsek üstümüze yürümeye başlıyor.

Artık korkuyoruz.

Ne yapabiliriz?”

.

Bir başka anne benzer şeyleri henüz 16 yaşındaki oğlu için anlatıyor;

“Her sabah özel şoförün okula götürdüğü,

Haftalık harcaması asgari ücretten fazla olan,

Kredi kartı ile istediğini alabilen ve

‘Bunların az olduğunu, okulu nasılsa bitireceğini, babasının işinin onu beklediğini ve bu nedenle gençliğini çalışarak geçirmesinin anlamsız olduğunu’ söyleyen,

Sabahlara kadar barlarda gezen,

Kızdığı zaman kendisine küfür eden,

El kaldıran bir çocuk.”

.

Bir baba, 14 yaşındaki çocuğunun kendisini yaraladığını ağlayarak anlatıyor ve benzer bir öyküyü aktarıyor.

Hepsinin son cümlesi benzer:

“Doğduğundan beri bir dediğini iki etmedik, koruduk, sevdik.

Hiçbir şeyini eksik bırakmadık.

Niçin böyle oldu?”

.

“Öğrencinin Jaguar marka arabası olur mu?” tartışmaları bu konuyu ele almamı zorunlu hale getirdi.

Yazmadan önce tartışmaları bir kez daha gözden geçirdim.

Tartışılan konu:

“O öğrencinin şikayet için Cumhurbaşkanı’na gitmesiymiş.”

Oysa tartışılması gereken konu:

“Çocukların kaç yaşında, nelere sahip olmalarının daha doğru olduğu” olmalıydı.

.

Çünkü özel üniversitelerin park yerlerine girdiğiniz zaman göreceğiniz araba markaları, tartışılan Jaguar’dan ucuz olmayacaktır.

.

Aslında üniversitelere gitmeye ve arabalara bakmaya bile gerek yok.

Sokaklardaki, kaffelerdeki gençlere, hatta genç bile sayılamayacak küçük çocuklara bakın.

.

Sadece kıyafetlerine değil, ellerindeki cep telefonlarına, taşıdıkları çantalara ve en önemlisi konuşmalarına bir bakın.

.

Ailesi varlıklı olan çocuk ve gencin bunlara hakkı var mı?

Herhalde vardır.

.

Zaten tartışılması gereken de bu değil.

Tartışılması gereken; “Çocuklara ve gençlere zamanı gelmeden alınanların ve izin verilen davranışların, onların gelişimine ve topluma nasıl zarar vereceği” olmalıdır.

.

Çevreye ve kendisine zarar verici davranışların olmasını;

Herkesin kendisine borçlu olduğunu düşünen ve

Bu nedenle isteklerinin hemen ve eksiksiz yerine getirilmesini isteyen,

Yapılmadığı zaman saldırganlaşan,

Emek sarf etmeyen,

Sorumluluklarını yerine getirmeyen kişileri, 18 yaşın altındalarsa;

“Davranım bozukluğuyla”,

18 Yaşın üstünde ise;

“Antisosyal kişilik bozukluğuyla” tanımlıyoruz.

.

Yaygın olarak bilinen adı ile bu kişilere “Psikopat” diyoruz.

.

Son yıllarda bu sorunla ilgili başvurular giderek artıyor.

Bu artışın en büyük nedeni;

“Çocuk yetiştirme biçimimizdir.”

.

Sorumsuz Ve Doyumsuz Çocuk;

Doğduğundan beri bir dediği iki edilmeyen,

Her istediğine kavuşan,

İsteğinin yaşı ile uyumlu olup olmadığına bakılmayan,

Emek sarf etmeden, değerini bilmeden alınanları, yapılanları hak görerek yetişen bir çocuğun;

Sorumluluk sahibi, doyumlu, çalışarak kazanmanın erdemine inanan, bir şeyleri elde etmek için emek sarf etmesi gerektiğini bilerek çalışan bir birey olmasını beklemek mümkün mü?

.

Avrupalı ve Amerikalı aileleri “Çocuklarına bakmıyorlar, yazları çalışmalarını istiyorlar” diye kötüleyenlerin düşüncelerini gözden geçirmelerinde yarar var.

.

“Çocuklarımızı sevmekle onları doğru yetiştirmek arasındaki farkı anlamamıza yardımcı olur” diye daha önce de yayımladığım,

“Geleceğin Psikopatlarını Yetiştirme Yolları”nı tekrar yayımlıyorum.

.

- Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın!

Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır.

- Kötü sözler söylediği zaman gülün!

Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır.

- Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin!

21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin!

- Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini…

Onun için her şeyi siz yapın ki o, bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın!

- Onun gözünün önünde sık sık kavga edin.

İleride aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin.

- Ona istediği kadar harçlık verin.

Hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin.

- Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin.

İstediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin.

- Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun.

Onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun.

- Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse.

Kendisinden özür dileyin!

.

Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi de ihmal etmeyin!