Taksici Haluk Ağabeyin kızı Gülay ile bir yuva kurmak üzere Jale ablanın kafede buluşmaya gidiyorum.

Ama gelin bir de bana sorun.

Kalbim yerinden çıkacak gibi.

.

Büyük heyecan yaşıyorum.

Kafamda iki soru var;

Kız nasıl biri?

Acaba beni beğenecek mi?

.

Kafeye yaklaştıkça kalbim yerinde duramıyor.

İçeri girer girmez garsondan bir su istedim ve ayaküstü hemen içtim

Azıcık kendime gelmiştim.

.

İçeriye şöyle bir baktım, köşede oturan iki kadın gördüm, “Kesin bunlar” diyerek yanlarına gittim.

Gözlerim kararmıştı adeta.

“Ben Rüstem” diyerek oturdum yanlarına, “Pek erken gelmişsiniz” diyerek laf açmaya çalıştım. “Siz de Gülay Hanım ve annesi olmalısınız” dedim.

Kadın bana şöyle bir baktı, “Ayol ne Gülay’ı ne annesi?” dedi. “Sen kime bakmıştın” diyerek tersledi beni.

Durumu kekeleyerek anlattım, meğer yanlış masaymış.

Rezil olmuştum.

Hemen kalktım bin tane özür dileyerek masadan.

Hemen etrafa bir daha baktım, iki kadın yoktu masalarda oturan.

İçimden dedim, “Herhalde gelmediler…”

Beklemeye başladım, ama bir yandan da “Nasıl böyle bir hata yaptım da rezil oldum” diye kendi kendimi yiyorum.

.

Ismarladığım çayı içerken birden bir ses; “Affedersiniz Rüstem Bey siz misiniz?” dedi.

O ne yumuşak, o ne buğulu bir sesti öyle.

Çay bardağını düşürüyordum elimden, hemen ayağa fırladım , “Evet benim” diyebildim kekeleyerek.

Karşımda bir ahu duruyordu sanki.

Ne kadar masumdu öyle.

Kalbim bırakın çarpmayı, kıpırdamıyordu bile.

Resmen durmuştu.

Tek başınaydı, “Sssiz Gülay hanım olmalısınız” diyerek, sandalyeyi çektim ve “Bbbuyrun oturun” dedim.

“Oh hayır, ben Gülay değilim, ben kardeşi Nilay’ım. Üst kattaki komşumuz vefat etti o sebeple annemle ablam randevuya bugün gelemeyeceklerini size iletmemi, haftaya aynı gün, aynı saatte burada buluşabileceklerini söylememi istediler.”

“Tttaamam olur, nasıl isterlerse, Kendilerine başsağlığı dileklerimi götürün, haftaya burada olacağım” diyebildim.

Ayrıldık.

.

Meğer kız benim baldızmış.

Ne komik duruma düştüm ama.

Kızcağız inşallah benimle dalga geçmemiştir.

.

Her işte bir hayır vardır diyerek evde merakla beni bekleyen anneme durumu anlattım.

“Olsun oğul, geç olsun, güç olmasın” diyerek beni teselli etti.

.

Kahveye gittim.

Günlük işlerimi yapıyorum ama aklım Gülay’da.

Hiç tanımadığım, hiç görmediğim birini bu kadar çok düşünmek bana garip geliyordu ama hoşlanıyordum da.

Annem bana “Sen âşık olmuşsun yavrum” dedi, şimdikiler buna “Platonik aşk” diyorlar.

Annem de maşallah her şeyden haberi var.

Görmüş geçirmiş kadın vesselam.

.

“Gel otur şöyle de sana babanla nasıl tanıştık onu anlatayım” dedi.

Dizlerinin dibine yere oturdum, başladı anlatmaya;

“Eskiden tek başına sokağa çıkma filan nerede? Mümkün değil. Babam keserdi bizi görse… O sebeple bizim birilerine görünüp beğenilme gibi bir şansımız yoktu. Aile çevresindeki kadınlar ile komşu kadınlar evimize yaptıkları ziyaretlerde biz görürler ve izdivaç isteyen başka ailelere tavsiye ederlerdi. Hatta bu işi parayla, bahşişle yapanlar bile vardı.”

“Yok artık.”

“O devir öyleydi oğul. Oğlunu evlendirmek isteyen bu kadınlara haber yollar, oğullarına bir gelin adayı bulmalarını isterlerdi. Bu kadınlar o kadar çok eve girip çıktıklarından, o yöredeki tüm kızları bilirlerdi. İsteğe göre aile yapısına uygun kızları tavsiye eder ve kayınvalidenin kızı görmesi için hamam veya bir toplantı ayarlardı.”

“Of be ne organizasyon?”

“Ne yapacaksın oğul, bu işler böyleydi zamanında. Görücü usul dedikleri buydu işte. Kayınvalide kızı bir şekilde görür, ailesi araştırılır ve beğenirse istemeye gidilirdi.”

“Kolaymış o işler… Sen de gidip gör bizim Gülay’ı beğenirsen isteriz, olmaz mı?”

“Olmaz, ben o riskin altına giremem, kendin bak konuş anlaş. Uygun görürseniz yuva kurun. Zira yuva kurmak kolay da, onu yürütmesi zordur oğul. Sadece güzellik para etmiyor…”

“Peki sen de mi görücü usulü evlendin? Nasıl oldu anlat hele… Nasıl evlendin babamla?”

“Bizim ki ayrı hikâye. Ben çarşıda alışveriş yaparken etrafıma bir baktım, yakışıklı, karayağız, iriyapılı, kaytan bıyıklı birisi sürekli bana bakıyor. Önce ilgilenmedim ancak gözümü de alamadım tabi. Öyle aşırı bakınca biraz merakla, biraz heyecanla gittim yanına;

“’Ne bakıyorsunuz bana öyle, birine mi benzettiniz. Şimdi zabitana haber vereceğim’ dedim. Baban telaşlandı; ‘Yok be hanımefendi, buralarda böylesi güzele pek rastlanmıyor da. Eh bilirsiniz Güzele bakmak sevaptır derler. Ben de…’ derken kestim lafını; ‘Tamam kes… Bir daha bakarsanız başınıza bela olurum” dedim.

Baban birden kaçmaya başladı, anlamıştı sert kayaya tosladığını.”

“Eee.. Sonra?”

“Meğer beni takip etmiş gizlice, evimizi öğrenmiş. Ben her çarşıya çıktığımda beni takip ediyormuş. Sormuş, soruşturmuş ve izdivacıma talip olduğunu annesine; ‘Tam bize göre anne, korkusuz, hakkını arayan biri. Böyleleri hem sadık olur, hem de çalışkan olur’ demiş. Sonra olan oldu tabi. İstediler, babam rahmetli önce direndi ama ben de isteyince verdi. Böylece mutlu bir yuva kurduk…”

“Anne inşallah ben de senin gibi mutlu olurum.”

“İnşallah oğul, hayırlısı ise olsun zaten. Biz elimizden geleni yaparız sen merak etme… Yeter ki sen mutlu ol…”

 

GÖNÜLLÜ KULLUK

Dört tavuk, bir kartal yuvasına gidip bir yumurta çalarlar.

Yumurtayı kümese getirdiklerinde, diğer tavuklar gördükleri bu yumurtanın çok büyük bir tavuğa ait olduğunu düşünürler.

.

Zaman geçer, yumurtayı getirenler de unuturlar, onlar da bu yumurtanın büyük bir tavuğa ait olduğuna inanırlar.

Günün birinde kuluçkaya yatan bir tavuğun altındaki o yumurta kırılır.

İçinden simsiyah kanatlı, ilginç gagalı tuhaf bir tavuk çıkar...

Herkes şaşkın, mutludur; böylesini ilk defa görmüşlerdir.

.

Anne tavuk, yavrusuna dersler vermeye başlar:

 “Bak yavrum, yerden bulduğun böceği şöyle ye! Arpayı buğdayı böyle ye!”

.

Anne tavuk her geçen gün yeni şeyler öğretir yavrusuna; tehlikelere karşı nasıl davranılacağını da.

.

Büyük yumurtadan çıkan ilginç gagalı yavru tavuk, annesinin her söylediğini yapmakta, büyüdükçe de güzelleşmektedir.

Oldukça uzun kanatları vardır.

Diğer tavuklar onun kanatlarına kıskançlıkla bakmaktadır.

.

Bir gün anne tavuk yavrusuna havadan gelen tehlikelere karşı kendini nasıl savunacağını anlatırken yavrunun gözü, gökyüzünde çoook yukarılarda süzülerek ihtişamla uçan başka bir canlıya ilişir.

“Anne bu ne?” diye sorar.

Anne tavuk;

“Ha o mu? O kartal yavrum, kuşların padişahı.”

“Ne de güzel uçuyor!”  deyip iç geçirir yavru kartal...

“Evet yavrum” der ana tavuk, “Ama sen sakın ona özenme! Asla onun gibi olamazsın. Senden önce baban, deden, amcan hepsi ona özendi ama hiç biri onun gibi uçamadı. Sen bir tavuksun ve bir tavuk gibi yaşamalısın.”

.

O günden sonra küçük tavuk, ömrü boyunca arka bahçede kartalın ihtişamlı geçişini izleyip iç çeker ve her defasında,

“Keşke ben de bir kartal olup uçabilseydim.” diye hayıflanır.

Ve bir gün siyah uzun kanatlı büyük tavuk, ihtişamlı kartalı izlerken ölüp gider.

Onu bir tavuk gibi defnederler.

Oysa ölen bir kartaldır.

.

Etienne de La Boétie “Gönüllü Kulluk” kitabında diyor ki:

“Eğer iki kuşak köleleştirilirse, bundan sonra gelen kuşak özgürlüğü hiç tanımadığı, görüp bilmediği için pişmanlık duymadan hizmet eder ve ondan öncekilerin zorla yaptıklarını seve seve yerine getirir.”

.

Yanlışı alkışlıyorsan fikrin yoktur.

Eğri ile doğruyu ayıramıyorsan aklın yoktur.

Yalana sahip çıkıyorsan ahlakın yoktur.

Akıl ve ahlakını kiraya verdiysen sen zaten yaşamıyorsun...

.

Etienne de La Boétie’nin “Gönüllü Kulluk” kitabının tanıtımı şöyle yapılmış;

Yakın dostu, büyük Fransız düşünürü Montaigne'in, “Kanımca, La Boétie çağımızın en büyük insanıdır” diye söz ettiği Etienne de La Boétie’nin “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”i, siyasal düşünce tarihinde yeni bir yaklaşımın öncüsü olmuştur.

.

Siyaset olgusunu iktidar ilişkileri biçiminde algılayan La Boétie, bugün bile kafaları kurcalayan, “İnsanların nasıl olup da itaat etmekle kalmayıp boyun eğmeyi, hatta kulluk etmeyi arzuladıkları” sorununu yapıtının odak noktasına yerleştirir.

La Boétie, iktidar olgusunu ve bunun ideolojik dayanaklarını (geniş anlamda hegemonyayı) irdelemekle yetinmez; iktidar ilişkileri ağının en üst düzeyde kuramsallaşmış biçimine, bir başka deyişle devlet sorununa yönelir. Tiran'ın ya da “Bir’in” iktidarından yola çıkarak XVI. yüzyıl Fransa’sında artık açıkça belirginleşmeye başlayan modern devletin gerçeğine ulaşır.

.

Bu bakımdan “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev”, gerçekte, “Devlet Egemenliğinin Niteliği” üzerine yapılmış bir söylevdir.