Sofunun biri Ramazan’da Camide, kadınlara düzgün hakkında vaaz ediyormuş;
Sofunun biri Ramazan’da Camide, kadınlara düzgün hakkında vaaz ediyormuş; düzgün sürmek şöyle mekruhtur, böyle fenadır, mezmumdur, felandır, filandır, deyip duruyormuş.
Cemaatten biri kalkmış:
-“Be hoca!” Demiş. “Bunları sen ne yüzle söylüyorsun? Senin karın bir gün bile sürmesiz, düzgünsüz gezmez!”
Hoca gülümseyerek cevap vermiş:
-“Evet hakkınız var. Var amma, yaraşır hasbaya!”
…
İkinci Mahmut, Yeniçeri sevmediği için Bektaşilere de candan düşman kesilmişti.
Adamları, Bektaşilerin Ramazan ayında oruç tutmadıklarını, iftar zamanı demlendiklerini, kafalarını tütsüleyip cem ayinleri yaptıklarını haber verirler.
İkinci Mahmut, iftar zamanı rakı içildiği söylenen Bektaşi tekkesini basar. Padişahın gelmekte olduğunu pencereden gören Bektaşilerden her biri bir tarafa savuşur. Fakat çok yaşlı bir baba yerinden kalkamadığı için kaçamayarak tekkede kalır: Padişah ona sorar: “Canlar nerede?”
İhtiyar Bektaşi cevap verir:
-“Sultanımızı görünce, ortada can mı kalır Padişahım?”
…
Kerimi adında bir şair, Ramazanlarda Fatih Camisi’nin avlusunda sergi açarmış. Nüktedan, zarif ve hoş sohbet bir adam olduğu için devrin ricali sergiye gelir, şiirden, tarihten konuşurlar, nükteler, fıkralar söylerlermiş. Kerimi’nin edebiyatla da ilgisi varmış. Şiir yazdığı gibi gayet ustaca ölüm tarihleri düşürürmüş.
Bir Ramazan günü, onun şöhretini duyanlardan biri gelerek bir ölüm tarihi ısmarlamış. Adamcağız on gün sırtı sıra gelmiş, bir türlü tarihi alamamış. Nihayet sabrı tükenmiş.
-“Be adam”, demiş. “Söyleyeceğin topu topu bir tarih, ölüye cennete sokup işin içinden çıkacaksın. Bunu bu kadar uzatmanın manası ne? Bari yapamayacağım de de başkasına yalvarayım. Mezartaşı yaptıracağım.”
Kerimi gayet masumane cevap vermiş:
-“Canım demiş. Ne yapayım, uğraşıyorum. Bir türlü herifi cennete sokamıyorum.
Zorla değil ya, girmiyor!”
…
Keçecizade Fuat Paşa, bir Ramazan daveti yapmıştı. Vükelâdan başka devrin ricali de iftar sofrasında yer almıştı. Devrin şairlerinden Ayıntaplı Hasırcızade Sadi Efendi de davetliler arasında idi. Bir arlık Hasırcızade Fuat Paşa’nın parmağındaki yüzüğü göstererek sordu:
-“Paşam affedersiniz amma merak ettim, yüzüğün taşı ne cins?”
-“Elmas!”
-“Size yılda kaç para kazandırır?”
-“Hiç! Bir para bile kazandırmaz.”
-“Benim ecdat “yadigârı bir çift taşım var. Yılda tam elli altın kazandırır.”
-“Nasıl bir taş bu?”
-“Değirmen taşı!”
…
Sıcaklara rastlayan bir Ramazan.
Tiryaki fena halde susamış, Oruçlu olduğunu unutmuş, şerbetçiyi görür görmez, koşmuş:
-“Aman oğlum”, demiş. “Bir Demirhindi Şerbeti ver. Soğuk tarafından olsun.”
Bardağı tam dudağına götüreceği sırada dostlarından biri elini yakalayarak:
-“Ne yapıyorsun hazret?” Der. “Oruçlu olduğunu unuttun galiba!”
Tiryaki üzgün bir halde evvela elindeki soğuktan buğulanmış bardağa, sonra kendisini ikaz eden adamın yüzüne bakmış:
-“Patladın mı be adam? Der. Şunu içtikten sonra söyleseydin. Olmaz mıydı?”
…
Hacı Bektaş kullarından birinin bir tarlacığı varmış. Birkaç yıl güzel mahsul almış. Ekim zamanı gelmiş, Ramazan’da ufukta görülmüş. Akşamüstü bir köşede demlenirken akılına bir fikir gelmiş: “Mübarek bir aydayız. Eğer Tanrı ile ortak olursam herhalde tarladaki mahsul fazla olur.” diye düşünmüş ve başını göğe kaldırarak:
-“İmanım”, demiş. “Gel seninle ortak olalım. Ne olursa yarı yarıya.”
Tarlayı sürmüş, ekmiş, sulamış. Olacak bu ya o yıl havalar çok iyi gitmiş, çok bereketli ve verimli olmuş. Toplama zamanı gelince başlamış mahsulü taksime:
-“Bir kile sana, bir kile bana!”
Böylece devam ederken, diğer taraftaki mal gözüne fazla gözükmüş ve demiş ki:
-“İmanım! Senin için yemez, içmez diyorlar. Bir kile sana, iki kile bana!”
Biraz sonra bunu da çok görmüş:
-“Bir sana, üç bana!”
Aradan birkaç dakika geçmiş yine oyunbozanlık etmiş:
-“Senin hiçbir şeye ihtiyacın yok. Gel bunun hepsini fakire bağışla.”
Demiş ve yığınları birer birer karıştırmaya başlamış. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra gök gürlemeye, şimşek çakmaya başlamış. Korkunç bir rüzgar çıkmış, yağmur boşanmış ve ortalıkta ne varsa sel alıp götürmüş.
Baba erenler bakmış olacak gibi değil, bir kovuğa sığınmış bir ara şöyle bir dışarıya bakayım demiş, gözünü kamaştıran bir şimşek çakmış.
Başını göğe kaldırarak:
-“Bre imanım”, demiş. “Verdinse aldın. Bir de ışık yakıp fakirimi arıyorsun?”
…
Vaktiyle mollanın birini bayram namazından evvel vaaz vermeye davet etmişler.
“Ey cemaat!” demiş, “İçinizde bazıları rakıya müpteladır. Bunlar ramazanda sabrederek günlerini geçirirler. Bayram gelir gelmez soluğu meyhane de alırlar. Bunun günahı büyüktür. Yapmayın, etmeyin…” diye bir hayli nasihat verdikten sonra vaazı bitirmiş.
Cemaat arasında bulunan iki külhanbeyi hocanın bu nasihatini dinlemeyerek doğruca meyhaneye gitmişler, bakmışlar ki camide vaaz eden hoca bir köşede oturmuş demleniyor. Hayretle:
-“Aman hocam demişler, Camide vaaz ederken rakı aleyhinde atıp tutan sen değil miydi, şimdi ne arıyorsun?”
Molla gülerek şu cevabı vermiş:
-“A yavrum, dün eğer ben Camide rakı aleyhinde atıp tutmasaydım. Şimdi bu meyhane de yer mi bulabilirdim!”